Boğulmuşum. Bilmiyorum nasıl oldu fakat boğulmuşum. Bir süredir nefes almadan, alamadan, durmadan ve yorgunluk bilmeden boğulmuşum. Farkına varmaya dahi yetecek zaman kavramı içerisinde boğulmuşum. Kimi zaman sessiz ve kimsesiz uzun boğuşmalarda yitirmişim hoş kokan dostluk masalarını. Her zaman masa doludur oysaki. Gelsin rakılar gitsin hüzünler. Arkadan gelen “Akşam oldu hüzünlendim yine ben” melodisi ile bir efkar basar yerli yersiz bütün anılar dökülür ortaya ama sandalyelerden en az birisi hep eksiktir. Bazende bir kaçı fakat gönüller hep birdir bu uğurda. İşte bu masaların ve muhabbetlerin özleminde boğulmuşum. Elini uzatsan sanki dokunacak gibisin ama boğulmuşsun bir kere. Sıcağında boğulmuşum mis kokulu, anne şefkatli yemeklerin. Eski usul tenekelerden ocak yapıp,evin avlusunda altına odun ateşi besleyerek tavada kızartılan patates, soğan, domates karışımının tadı kalmış damağımda. Ne zaman bir ateş kokusu duysam , aklıma gelir özel baharatlı ve sevgi ile pişi...